6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun çalışma yaşamına etkileri
4398 görüntülenme
Bu yıl, çalışma hayatı bakımından gerçekten hareketli geçiyor. Yeni Borçlar Kanunu'ndan sonra 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da gündeme geldi. Toplu İş İlişkileri Kanunu ise bu yıl sonuna kadar çıkacak gibi görünüyor. İK uygulamaları, bütün bu yasalardan önemli ölçüde etkilenecek.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun tartışma yaratacağını şimdiden söyleyebiliriz. Burada, işverenlere önemli yükümlülükler ve ağır para cezalarının getirildiğini görüyoruz. Sözkonusu kanun, kamu ve özel sektöre ait bütün işlere ve işyerlerinde, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine,
çırak ve stajyerler dahil olmak üzere bütün çalışanlarına faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanacak. Dikkat edilirse çok geniş çizilen bir kapsam sözkonusu.
Kanun'un getirdiği en önemli yenilik, işletmenin
büyüklüğüne bakılmaksızın hekim ve iş güvenliği uzmanı çalıştırma yükümlülüğü: Artık 50'den az işçi çalıştıran işyerleri de iş güvenliği uzmanı çalıştırmak zorunda olacak. 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde 01.01.2013 tarihinden sonra işin
sanayiden olup olmadığına bakılmaksızın uzman çalıştırmak gerekecek. 50'den az işçi çalıştıran işyerleri ise, tehlike sınıfına göre, 01.07.2013(1 yıl) veya 01.07.2014' ten itibaren (2 yıl) uzman ve hekim istihdam etmek durumunda olacak.
İSG uzmanı veya işyeri hekimi çalıştırma zorunluluğu doğrudan işverenlik bünyesinde istihdam etmek suretiyle yerine getirilebileceği gibi
OSGB'lerden satın almak yoluna da başvurulabilecek. Bu noktada işverenlerin sadece maliyete değil, kaliteye de önem vermeleri, bu işi
layıkıyla yapan kişileri tercih etmeleri bizce büyük önem taşıyor. Zira her geçen gün piyasaya yeni firmalar çıkıyor ve bunların arasında rekabette belirleyici olanın sadece maliyet olması hizmet kalitesinin ikinci plana itilmesi riskini de beraberinde getirebilir.
Uzmanlar ve hekimler için hizmet sunumunda önemli bir diğer konu,
mesleki bağımsızlık. Kanun'da her ne kadar "İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının hak ve yetkileri, görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle kısıtlanamaz, bu kişiler, görevlerini mesleğin gerektirdiği etik ilkeler ve mesleki bağımsızlık içerisinde yürütür" dense de uygulamanın bu şekilde olmadığını biliyoruz. Sonuçta işverene maddi açıdan bağımlı birinin bağımsızlığından söz etmek kolay değil.
Kanun'da yer alan "
...İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanları; görevlendirildikleri işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınması gereken tedbirleri işverene yazılı olarak bildirir; bildirilen hususlardan hayati tehlike arz edenlerin işveren tarafından yerine getirilmemesi halinde, bu hususu Bakanlığın yetkili birimine bildirir" şeklindeki ifade de pek
gerçekçi gözükmüyor. OSGB'ler bakımından da benzer şeyleri tekrarlamak mümkün, burada işverenle uzman veya hekim arasında bir iş sözleşmesi olmasa da tam anlamıyla bağımsızlık durumu sözkonusu değil.
Bize göre esasen sistem tamamen
farklı şekilde kurularak bağımsızlık sağlanabilir ve hizmet kalitesi üst düzeye çıkarılabilirdi.
Özel sigorta şirketlerine iş kazaları sigortalarının tamamen devri ve uzmanların bu sigortalara bağlanması suretiyle iş kazalarına karşı etkin bir koruma gerçekleştirilebilirdi. Ancak kanunkoyucu bu yöndeki tezlere
(Bkz. Prof. Dr. Hilmi Sabuncu, İşyerlerinde Birincil Sağlık Hizmetleri, Legal İHD, 2005/7,1093 vd.) itibar etmeyerek, esasen danışman statüsünde olması gereken İSG uzmanlığını kurumsallaştırmak ve para cezalarını güçlendirmek üzerine sistemi kurdu.
Kanun'a dönecek olursak, işverenlerin hizmeti uzman kuruluşlara (OSGB) devrederek
sorumluluktan kurtulmasının sözkonusu olmayacağını altını da çizmeliyiz. Kanun'a göre
"İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz". Bu düzenlemenin isabetli olduğuna kuşku yok.
Kanun'a göre, işverenler mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapmak durumunda olacaklar.
İşverenin yükümlülüğü bununla da sınırlı değil. İşverenler, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izlemek, denetlemek ve
uygunsuzlukların giderilmesini sağlamakla da yükümlü olacaklar.
Kanun, "İşveren risk değerlendirmesi yapar veya yaptırır" diyerek bu kurumu da yasal bir zemine oturtuyor. Yine Kanun'a göre işveren, iş kazalarını kazadan
sonraki üç iş günü içinde Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirmekle yükümlü.
Kanun'a göre, 50 ve daha fazla çalışanın bulunduğu ve 6 aydan fazla süren sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenin, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çalışmalarda bulunmak üzere
İSG kurulu oluşturması gerekiyor. İşveren, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun kurul kararlarını uygulamakla yükümlü. Dikkat edilecek olursa, kurul kararları işveren bakımından istişari değil,
bağlayıcı. 4857 sayılı İş Kanunu'nun bu yöndeki düzenlemesi isabetli olarak geçerliliğini sürdürüyor.
Kanun'da altı aydan fazla süren asıl işveren-alt işveren ilişkisinin bulunduğu hallerde de kurulların oluşum ve organizasyonuna ilişkin düzenlemelere yer verildiğini görüyoruz. Buna göre, asıl işveren ve alt işveren tarafından ayrı ayrı kurul oluşturulmuş ise, faaliyetlerin yürütülmesi ve kararların uygulanması konusunda işbirliği ve koordinasyon
asıl işverence sağlanacak. Asıl işveren tarafından kurul oluşturulmuş ise, kurul oluşturması gerekmeyen alt işveren, koordinasyonu sağlamak üzere vekaleten yetkili bir temsilci atayacak.
İşyerinde kurul oluşturması gerekmeyen asıl işveren, alt işverenin oluşturduğu kurula işbirliği ve koordinasyonu sağlamak üzere vekaleten yetkili bir temsilci atayacak. Kurul oluşturması gerekmeyen asıl işveren ve alt işverenin toplam çalışan sayısı
50'den fazla ise, koordinasyonu asıl işverence yapılmak kaydıyla, asıl işveren ve alt işveren tarafından
birlikte bir kurul oluşturulacak. Aynı çalışma alanında birden fazla işverenin bulunması ve bu işverenlerce birden fazla kurulun oluşturulması halinde işverenler, birbirlerinin çalışmalarını etkileyebilecek kurul kararları hakkında diğer işverenleri bilgilendirmekle yükümlü olacak.
Sonuç olarak, 6331 sayılı Kanun'un iş kazalarının önlenmesinde olumlu bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Ancak Kanun'a göre çalıştırılması gereken uzman ve hekim konusunda yetişmiş ve sertifika sahibi eleman açığı büyük boyutlarda. Bunun kısa sürede çözümlenmesi ise mümkün görünmüyor. Küçük işyerlerine teşmilin ise sorunlara yol açacağını şimdiden söylemek mümkün.
Kanun'un para cezalarına ilişkin hükümlerini ise
amacı aşar nitelikte bulduğumuzu belirtmeliyiz. Hemen her eylem çok ağır cezalarla yaptırımlandırılmış. Örneğin, iş güvenliği uzmanı veya işyeri hekimi görevlendirmeyen işverene görevlendirmediği her bir kişi için 5.000 Türk Lirası, aykırılığın devam ettiği her ay için aynı miktar ceza sözkonusu olacak. Biz, İSG sorunlarının ağır cezalar yerine gönüllü katılım, teşvik ve destek ile işçi-işveren işbirliğiyle çözümlenmesinin daha doğru olacağına inanıyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, esasen mevcut modeli ideal olarak görmemekteyiz. Ancak yine de ülkemizdeki iş kazalarının boyutları dikkate alındığında, bu konuda çıkarılacak her yasanın sonuçta kazaların azaltılması bağlamında olumlu etkisi olacağı kanısındayız.
* Bu yazı,
yenibiris.com İş Yaşamı sayfasında da yayınlanmıştır.
26/04/2013