Beyaz mı, Siyah mı?
4487 görüntülenme
Uzun zamandır çok istediğim halde bir türlü izlemediğim, belki de belli belirsiz ertelediğim bir filmi izledim sonunda. İçinde hem dans hem de insana dair bir şeyler olduğu için ilgimi çekmişti ilk duyduğum andan beri. Aslında, ondan daha fazlasını alabilmek için izleme zamanını beklemiştim ben bilmeden. Filmin ismi "Siyah Kuğu". Evet, farkındayım; onun üzerine bir sezon daha geçti gitti bile, bu sürede pek çok şey üretildi, yaratıldı film endüstrisinde; ama, o bana tam zamanında, benim tam kıvamımda karşıma çıkıp geldi. Filmde Çaykovski'nin ünlü bale eseri Kuğu Gölü'nde başrol oynayan bir balerinin bu süreçte kendisiyle yüzleşmesi anlatılıyor. Bu bir yüzleşme; çünkü, eserdeki iki zıt karakter, iki zıt rolün ikisi de, aynı balerin tarafından canlandırılıyor. Bu karakterlerden biri, beyaz kuğunun simgelediği saf ve masum bir tarafken, diğeri siyah kuğunun simgelediği şehvetli ve kötü niyetli bir taraf. Balerinin kendi hayatında oynadığı rol ise, görünürde beyaz kuğuya daha yakın. Bu nedenle siyah kuğunun rolü için hazırlanırken çok daha fazla zorlanıyor ve tüm bu ruhsal, bedensel, duygusal, zihinsel zorlanmalar sürecinde; içindeki gizli kalmış, bastırılmış siyah kuğu tarafı ile tanışıyor. Tanışmaktan öte, bu kez de siyahı ortaya çıkarabilmek için beyaz kuğuyu tamamen öldürmeye kadar giden bir yolda ilerliyor.
Bu film kendi adıma bireysel gelişim sürecine başladığım dönemde çıktı karşıma. Gelişim ve değişim sürecini kendi adıma sorgulama şansı verdi bana. Katıldığım çalışmalarda, bu yolculukta bana eşlik eden dostlarla yaptığım konuşmalarda hep beyaza odaklanıyorduk, daha iyi versiyonumuza dönüşebilmekten bahsediyorduk, cesaretten ve değişmekten. Filmin sonunda daha iyi anladım ki, içsel yolculuk, beyazı ortaya çıkarmak adına siyahı yok etmeye çalışmak değildi gerçekte. Hiç birimiz tamamen siyah ya da tamamen beyaz değildik. Önemli olan şey, bir dengenin bulunmasıydı. Yin ve Yang felsefesinin sembolü gibi. Her beyazın içinde bir siyah, her siyahın içinde de bir beyaz nokta olduğunu görebilmek. Tıpkı her fırsatın içinde bir zorluk, her zorluğun içinde de bir fırsatın olması gibi. Hangi tarafımızı seçeceğimiz ise bize bağlı. İçimizde her ikisine de ait tohum var, sadece birini büyütmeye çalışmak nerdeyse imkansız, gelişim karşılıklı çünkü, bir tarafa yapılan en ufacık bir yatırım, karşı yönümüzde de kendiliğinden karşı bir değişimi yaratıyor. Bazı sahnelerde beyaz, bazı sahnelerde ise siyah kuğunun rolü olacak; çünkü, eserin tamamı ve bütünlüğü her ikisinin de varlığına bağlı. Bu eseri bale olarak sahnede izleyenler de çok iyi bilir ki, perde bazen siyah kuğunun, bazen de beyaz kuğunun zaferi ile biter. Ya da sona siyah taraftan bakmayı seçersek bazen siyahın bazen de beyazın ölümüyle.
Zıtlıkların kahramanlık ve mücadele hikayelerinde de durum bundan ibarettir. Bir tarafın zayıf bir özelliğine karşılık gelişen karşı bir güç ortaya çıkar birden. Hikayenin sonunda kazananın bir önemi yoktur; çünkü, iki tarafta hem öğrenmiş hem de öğretmiştir birbirine. Sonuç ne olursa olsun hikayenin kahramanları bir yönlerini daha keşfetmiş olurlar. Bu yüzden kolay kolay bitmez, bitemez bu hikayeler, birbirlerinde kendilerini tanıdıkça bu oyun devam eder.
Bazen kendi yolumuzda gerçek anlamda ilerleyebilmek için adım atmak değil tam tersi sadece beklemek gerekir. Bir süre; bir birikimin, bir deneyimin aniden dans etmesini, hareket etmesini hatta belki biraz kıvranmasını istersiniz zihninizde. Yeni bir şeyler doğsun arzusu kaplar içinizi, bir kıvılcım gibi parlasın aniden dersiniz. Dinginlik durgunluk huzur iyi gelmiştir size. Yine de bitme zamanının geldiğini hissedersiniz içten içe. Fırtına öncesi sessizlik dersiniz usulca, bekle ve geleni hoş karşıla. Doğallıkla, kendiliğinizden ve kolaylıkla yaptığınız her şeyi biraz daha keskinleştirmek, parlatmak istersiniz belki de. Bir fırsat çıksın da meydan okusun size diye sabırsızlanırsınız durduk yere. Hazırsınızdır yeniden dalgalanmaya ve kendinizce de yeniden durulmaya. Niyetiniz ne kadar içten, duruşunuz ne kadar sağlamsa o kadar çabuk gelir beklediğiniz ve bir o kadar da beklenmedik haliyle. Bir haber alırsınız uzaktan; ama, sizi derinden etkiler, bir tartışmanın içinde buluverirsiniz kendinizi, ufak gibi görünen aksiliklerle başlar gününüz ve büyüyerek devam eder, bir anı geri geliverir çok eskilerden, bir şarkı duyarsınız ve sözlerinin canınızı yakmasına izin verirsiniz ya da öylesine anlamını yitirir yaptıklarınız, hayat, siz ve seçimleriniz.
Sonra bir bakarsınız beklediğiniz gelmiş sonunda ve o sizden başkası değildir aslında. Bilmediğiniz, tanımadığınız, henüz keşfetmediğiniz bir "Siz" de olabilir bu, uzun zamandır görmeyi ihmal ettiğiniz, örselediğiniz, kaçtığınız, yadsıdığınız bir "Siz" de. Bu yüzden önce biraz şaşırırsınız, açmaya bu kadar hevesli olduğunuz kapı önünde tereddüt yaşar, ürker, kaygı duyarsınız. Hatta bu muydu gerçekten istediğim ve beklediğim diye sorgularsınız. Tüm bunlar doğaldır ve asıl kapıyı açmanızı sağlayan da tüm bu duygulardır. Gelen yeni size "hoş geldin" diyebilmek, bu sefer onu görmeyi, tanımayı ve dinlemeyi seçmek yüzleşmenin ta kendisidir. Kapıyı açtığınız anda; önce, onun gelme zamanı geldiği için mi siz hazırdınız, yoksa siz hazır olduğunuz için mi o geldi diye düşünür ve çok sonra her ikisinin de aynı anda doğru olduğunu anlar ve rahatlarsınız.
Her insan her an tam ve mükemmeldir. Yaşam, özümüzün bildiği bu gerçeği hatırlamak için tasarlanmış bir oyun alanıdır sadece. Gelen "Siz", olduğunuz hallerden biridir, diğer yandan sizi siz yapan, bütünleyen, bu oyunda sizi tutan ve size katkı sağlayan. Eğer kapıyı açmayı seçerseniz ve bir kere bu yönünüzle iletişim kurmaya karar verirseniz; tüm dışsal yargılamalardan, sıfatlandırmalardan ve kıyaslanmalardan da özgürleşmeyi seçersiniz; çünkü, öncelikle siz bu süreçte kendinizi yargılamaktan vazgeçiyor olursunuz. Kendinizi öylece kabul edersiniz. Tüm bunların sonucunda, eğer bu yönünüzün artık size bir fayda sağlamadığını düşünüyor, yeni hatalara, yeni öğrenmelere, yeni oyunlara yer açmak istiyorsanız da değişmeyi seçersiniz. Sadece siz seçebilirsiniz. Sadece siz kendi adınıza değişim ve gelişimi isteyebilirsiniz. Değişimi seçseniz de seçmeseniz de, barışıp özgürleştiğiniz bu yönünüzü artık biliyor ve kabul ediyor olduğunuz için, yaşam oyununda onun sırası geldiği zaman, o rolünüz ve sonuçlarına da artık çok daha bilinçli bir şekilde yaklaşıyor olursunuz. Bu yüzden özünde, seçseniz de seçmeseniz de, geleni kabul etmekle aslında kaçınılmaz olarak değişirsiniz. Yapılan tek seçimin de, kapıyı açıp açmamak, yani kendinizi olduğunuz gibi kabul edip etmemek olduğunu fark edersiniz.
Spritüel pek çok yazarın, eğitmenin, rehberin, ismine ne derseniz diyin konuyla ilgili verdiği örnekler genelde doğadandır. Bir parçası olduğunu unutabildiğimiz doğadan. Gül örneği sıklıkla kullanılır örneğin, belki de insanları her daim rengi, kokusu, biçimi ile etkilediği, bir yandan da dikenleri olduğu için. Gülün dikenine katlanmayı söyler dururuz da birbirimize, neden kendi dikenlerimizi yargılar dururuz o zaman? Gül dikeninden yakınmaz, yasemin olmaya da çalışmaz. Sadece olma halindedir. Kendi özünü gerçekleştirme. Hepimizin içinde hem siyah hem de beyaz kuğu var. Üstelik neyin siyah neyin beyaz olduğu da son derece tartışmalı. Kurallar, baskılar, yasaklar, -meli, -malı lar, kıyaslamalar üzerine tanımlanmış pek çok iyi ve pek çok kötüler. Sevilmek için, onaylanmak için kötü denilenden uzak duruyoruz, durduğumuzu sanıyoruz, insan olduğumuzu unutarak, bize dairi bizden olanı yadsıyarak ve sonuç olarak yargılayarak.
Belki şu ana kadar dikenleriniz, belki de mis gibi kokunuz için yargılayıp durdunuz kendinizi. Açın bakalım kapıyı, siyah da gelmiş olabilir beyaz da. Belki bir diyeceği vardır size, renkli bir rolü vardır belki hayat oyununuzda. Dinlemeyi seçerseniz siz, yeni bir sizden öte başka neler kazanırsınız ?
Sevgimle,
13/04/2012