Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Olmayan İnsan Kaynakları
1593 görüntülenme
İşveren markası son yıllarda insan kaynakları profesyonellerinin üzerinde en fazla düşündükleri ve bütçe ayırdıkları kavramların başında geliyor. 90lı yıllarda dünyada konuşulmaya başlanan işveren markası, şirketin "yetenek" tarafından en fazla çalışılmak istenen işyeri olarak algılanması şeklinde tanımlanabilir. Şirketlerin sahip oldukları marka değerini oluşturan ürün ve hizmet kalitesini tamamlayıcı özelliği nedeniyle de önemli bir etkiye sahiptir.
Bu nedenle İK gündemini meşgul eden işveren markası hemen her güncel insan kaynakları ve yönetim kitabında ele alınmakta, zirvelerde özel gündem maddesi haline gelmektedir. Yeteneğin şirkete kazandırılması ve dolayısıyla rekabette üstünlük sağlanmasının anahtarı olması bu önem vermeyi açıklamakta yeterli argümandır.
Türkiye'de marka bağlılığı konusunda herhalde en şanslı kurumlar (aslında hepsi uzun yıllardır AŞ olarak faaliyetlerine devam ediyorlar) büyük spor kulüpleridir. Pazarlamacıların oluşturmaya çalıştıkları marka sadakati ve marka elçileri gibi kavramlar büyük futbol kulüpleri için fazla emek harcanmadan elde edilebilir olgulardır. Hatta neredeyse hazır bir halde sizi beklemektedir. Hiç kimse bir tişörtün kalitesini beğenmediği için tuttuğu takımın mağazasından çıkıp yan mağazadaki ezeli rakibinin mağazasına girip alışveriş yapmaz? Bir ürün ya da hizmeti satın almak için akşamdan sıraya giren ve bunu yılda birden fazla kez kez yapan tanıdığınız oldu mu? Satın alma tercihlerinin bu denli duygusal yapıldığı çok az alan görürsünüz. 90 dakika sonunda top çizgiyi geçmişse talep patlaması yaşayabilir ve ciro rekoru kırabilirsiniz. Hatta bazen bir yıldızın havaalanına gelişi bile finansal tabloların gelir hanesine önemli katkılar sağlar.
Yüz milyonlarca dolarlık bütçeleri, iki elin parmaklarına yaklaşan şirketleri, borsaya kote olmaları gibi gerçekler de dikkate alınınca aslında büyük spor kulüplerinin devasa ekonomik yapılar olduğu görülecektir.
Üstelik yetenek yönetiminin bu denli önemli olduğu bir başka sektöre rastlamak kolay değildir. Öyle ki yeteneği bazen çocuk yaşta keşfetmeniz, ona özel eğitim programları ile desteklemeniz, davranışlarını geliştirmek için sadece ortamı değil kişiliğine de yön vermeniz gerekir. Sadece iyi bir futbolcunun keşfi ve kulübe kazandırılması değil söz konusu olan. En önemli gelir kalemlerden biri olan bilet satış organizasyonunda üst düzey performans gösteren satışçıların yetiştirilmesi, kurumsal iletişimdeki yetkin bir profesyonelin de kısa sürede rekabette fark yaratacak sonuçları almasını mümkün kılan bir pazarda yer alırlar. Spor kulüpleri için hayati öneme sahip sporcu beslenmesi, sağlık ekipleri gibi fonksiyonlardaki insan kaynağının yönetilmesi süreçleri de yine profesyonellik isteyen dallar haline gelmiştir.
Milyon dolarlar verilerek transfer edilen sporcuların sadece video bantlardan izlenerek transfer edildiğini ve eş/dost/tanıdık aracılığı ile seçilen sağlık ekiplerine emanet edildiklerini düşünmüyorsunuz değil mi?
Düşünmüyorsanız bile lütfen düşünün.
Çünkü dünyada olduğu gibi Türkiye'de de spor kulüpleri kurumsallaşmanın henüz 'k'sı için sadece niyet belirtmiş durumdalar. Bir patron şirketinden ileri boyuttaki tek adam hakimiyeti altındaki kulüplerde kurumsallaşma sadece bir niyet olarak gündemde duruyor. Elbette kimsenin bu kurumsallaşmadan ne anladığı ya da bu konuyla ilgili bir adım atılıp atılmadığı muamma.
Bağlı şirketlerinde yüzlerce çalışana sahip olan spor kulüplerinin iş ilanına denk gelebilen var mı bilmiyorum. Ancak Galatasaray SK (
www.galatasaray.org), Fenerbahçe SK (
www.fenerbahce.org) ve Beşiktaş JK (
www.bjk.com.tr) sitelerinde "insan kaynakları" bölümleri yer almıyor. İlgili çalışanların sadece ismine ulaşmak bile ayrı bir zaman kaynağı gerektiriyor. Dolayısıyla markaya bağlı milyonlarca hayranı (eğer İK profesyoneli iseniz burayı yetenek olarak da okuyabilirsiniz) olan spor kulüpleri kendilerine hemen katılmaya gönüllü binleri fark edemiyor. Spor kulüplerindeki işe alım süreçlerinin tanımlı olup olmadığı ve ahbap-çavuş ilişkisinden ne kadar bağımsız olduğu ise netleşmemiş konular.
Hemen hepsi profesyonel yönetici veya patron olan değerli kişilerden oluşan yönetim kurullarındaki kurumsallaşma algısı belki de bu adımın önündeki en büyük engel. Zira bu kişilerin kendi şirketlerine baktığınızda kaçının kurumsal bir yapıda olduğu bir yana, yönetim kurullarındaki kişilerin hesap verme gibi bir zorunlulukları da yok. İş sonuçlarında hedeflerin çok uzağında da olsalar, üzerine seçilmiş yöneticiler milyon dolarlık borçlar yaratmış da olsalar karşılaştıkları en büyük yaptırım bir sonraki seçim döneminde yeniden seçilememek. Yetkinin en üst düzeyde, sorumluluğun ise çok ama çok sınırlı olduğu, hesap verilebilirliğin esamesinin bile okunmadığı, risk yönetimin olmadığı ve elbette dolayısıyla insan kaynaklarının stratejik olarak ele alınmadığı yapılardan bahsediyoruz. Türkiye İç Denetim Enstitüsü'nün düzenlediği 15. Türkiye İç Denetim Kongresinde ele alınan konu birisinin "Futbolda kurumsal yönetim ve denetim" olmasına karşı oturumu takip eden hiçbir spor yöneticisinin olmaması konuyla ilgili niyeti aslında ortaya koymuyor mu?
14/11/2012